Ahmed Rıza’nın Haçlı Seferleri’ne bakışı

[Ahmed Rıza‘nın yazdığı] “Batı’nın Doğu Politikasının Ahlâken İflası‘nın 17 bölümünden sekizi Haçlı Seferleri’ni tartışmaya ayrılmıştır. Ahmed Rıza giriş bölümünde Batı’da dinî düşüncenin belirleyici konumunu kaybettiğini belirtmekle birlikte, “Haçlıları Müslümanlara karşı ayaklandıran kin ve intikam hisleri yokolmuş değildir. Resmî Avrupa kendisini dinî-metafizik telakkilerden kâfi derecede sıyıramamıştır.” (24) demektedir. Ahmed Rıza’ya göre Avrupa’nın Doğu’ya ve Türklere karşı düşmanca tavrı son savaşla (yani Birinci Dünya Savaşı ile) başlamamıştır ve Haçlı Seferleri döneminden itibaren devam etmektedir.

Ahmed Rıza’nın Haçlılar ile ilgili tartışması 1095’ten 1270’e uzanan, iki yüzyılı aşan bir süreçte sekiz seferi kapsar. Ahmed Rıza’nın ifadesiyle bu Batı’nın Doğu’ya saldırmasıdır: “Başka bir deyimle hâlâ barbar olan bir âlem, medeniyete erişmiş bir dünya ile savaşacaktı” (73). O dönemdeki barbar-medeni ayrımında Batı’nın barbara, Doğu’nun ise medeniye tekabül ettiğini sık sık vurgular Ahmed Rıza. Bu vurgulamalarıyla niyetinin “medeni” ve “barbar” kodlamalarının tarihselliğine işaret etmek olduğu düşünülebilir. 19. yüzyıl Oryantalizmi Avrupa dışındakileri “barbar” olarak niteledikçe, buna karşı çıkmanın yollarından biri olarak bir zamanlar bu sıfatların farklı coğrafyalar için kullanıldığını hatırlatmak mantıklı gözükmektedir. Ahmed Rıza “soygun ve katliâm”ları bütün Haçlı Seferleri’nin ortak özelliği olarak niteler. Farklı kereler vurgulanan bir diğer nokta da , Yahudi ve Ortodoksların ve Bizans başkenti Konstantinopolis’in de Haçlıların kurbanları arasında olduklarıdır. Bu seferler Doğu ile Batı arasında br nefret ilişkisi geliştirerek  iki “dünya” arasındaki “uçurum”u derinleştirmiştir.

Haçlı seferleri, ayrıca, İslâm âlemi üzerinde te’siri hâlâ devam eden çok kötü mânevi bir tepkiye yol açtılar. Haçlıların vahşi hunharlığı, kaba bâtıl inançları, mânevi inançlara saygısızlık, verilen sözü tutmama, esirlere karşı gösterdikleri alçaklık, Hıristiyan Avrupa’sı hakkında pek hazin bir hâtıra bıraktı (81).

Haçlı Seferleri hakkındaki tartışmasında Doğu’yu bir medeniyet olarak tanımlayan Ahmed Rıza, daha sonra “Müslümanların Medeniyeti” (118-153) başlıklı bölümde daha detaylı bir şekilde bir medeniyet olarak İslâm’ı savunmaya girişir. Uzun yıllardır pozitivist felsefeyi benimsemiş ve bu perspektifi siyasetinin belirleyici unsuru olarak görmüş birinin İslâm savunusuna girişmesi bir tutarsızlık mıdır? Ahmed Rıza da tutarsızlık olarak nitelemese de, böyle bir gerilimin farkındadır ve yaptığının teolojik bir savunma değil, İslâm’ı Avrupa’nın önyargılarına karşı savunmak olduğunu belirtir. Örneğin 1907’de Mechveret‘te yayımlanan imzasız, ama muhtemelen Ahmed Rıza tarafından kaleme alınmış bir yorumda durum şöyle açıklanır:

Auguste Comte’un doktrini, tüm inançların kızgın bir düşmanı olmaktan uzaktır ve inançları insanlığın ilerlemesinde gerekli ve kaçınılmaz bir aşama olarak değerlendirir. Ve eğer İslâm Ahmed Rıza’nın kalemince sıklıkla savunuluyorsa, bu genelde Avrupa bağnazlığının hakkaniyetli olmayan saldırılarına (les attaques injustes du fanatisme européen) karşıdır. Zaten bu savunma bir tercihin bakış açısıyla ya da teolojik bir yorum olarak değil, büyük bir medeniyettin anası olan bu dinin sosyal ve norm belirleyici öneminin açıklanması amacıyla yapılmıştır (akt. Hanioğlu, 2001: 303).

Makalenin alıntılanan kısmında atıfta bulunulan kaynaklar:

Ahmed Rıza (1982) Batının Doğu Politikasının Ahlâken İflâsı, çev. Ziyad Ebüzziya, Üçdal Neşriyat, İstanbul.
Hanioğlu, Ş. M. (2001) Preparation for a Revolution: The Young Turks, 1902-1908, Oxford University Press, Oxford.

Makale:

Turan, Ömer (2009) “Oryantalizm, sömürgecilik eleştirisi ve Ahmed Rıza: Batı’nın Doğu Politikasının Ahlâken İflâsı’nı yeniden okumak”, Toplum ve Bilim, 115: 6-45. İstanbul: Birikim Yayınları.